Kırım.Realii için Yaroslav Şımov
24 Şubat 2022’ye kadar Ukrayna yokmuş gibi görünüyordu. Elbette dünya haritasında değil ama bazı tarih, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanlarının zihninde, sadece her türlü güçlü dış oyuncularının yüzyıllardır ilişkilerini belirlediği bir bölge olarak değil, bağımsız bir sosyal ve tarihsel süreç öznesi olarak Ukrayna yer almıyordu. Özgürlük Radyosu, Rus işgalinin bu anlamda da pek çok şeyi değiştirdiğini yazıyor.
Bazı araştırmacıların da inandığı gibi, Ukrayna’daki mevcut trajediyi anlamak, neredeyse altı aydır devam eden kanlı savaşın gidişatını ve sonuçlarına dair beklentileri analiz etmek, bunu sömürgecilik karşıtı mücadele bağlamına oturtmakla daha kolay olacaktır. Her ne kadar “sömürgecilik”, “emperyalizm” ve “sömürge sonrası savaş” kavramları Donbas, Harkiv ya da Herson’dan çok uzak yerler olan Afrika, Asya ve Latin Amerika ile alışkanlık olarak özdeşleştirilse de.
Tanınmış tarihçi ve İç Kolonizasyon kitabının yazarı Alexander Etkind‘in bir konferansında “Koloni nedir?, diye tartışmaktadır. ‘Sömürge durumunun veya sömürge yönetiminin üç unsurunu ayırt ediyorum. Bu, elbette askeri güç ve idari yapıyla bağlantılı olan siyasi hakimiyettir. Yani her sömürge işgalle başlar… İkinci unsur ise ekonomik sömürüdür. Ve son olarak, sömürge durumunun üçüncü unsuru, yerel nüfus ile imparatorluk metropolü arasındaki kültürel mesafedir.’
SÖMÜRGECILIK HER ZAMAN EŞIT OLMAYAN HAKLARDIR, KENDI GÖRÜŞLERINI VE DÜZENLERINI DIĞER HALKLARA DAYATIR
Bu açıdan bakıldığında, hem Çarlık Rusya’sı hem de SSCB, kendine özgü de olsa, elbette sömürge imparatorluklarıydı. Kolonileri, İspanya Kralı Philip II veya Kraliçe Victoria‘nın tebaası gibi yedi denizin ötesinde değil, metropole yakın, hatta bazen metropolle arasında net sınır çizgileri olmayan yerlerdi. Rusya’nın Orta Asya’yı sömürgeleştirmesi konusunda uzman olan etnolog ve antropolog Sergei Abaşin, sömürgecilik ilişkilerinin özünün neredeyse her zaman aynı olduğunu belirtiyor: “Sömürgecilik sömürgeciliktir, her zaman askeri bir fetih ve kontrol, hak eşitsizliği, kendi görüş ve düzenlerini diğer halklara dayatma, bölgenin metropol lehine geliştirilmesi ve sömürülmesidir. Ancak elbette sömürgeciliğin iki yüzü vardır: bir yanda yıkım, cinayet, baskı ve boyun eğdirme, diğer yanda inşa, huzur, eğitim, yeni teknolojilerin tanıtılması. Bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür; her ikisini de, bu olguların birbiriyle ilişkisini, kayıpları ve kazançları, adaletsizliği ve yeni fırsatları hatırlamalı ve konuşmalıyız.
Sömürgeciliğin bu ikili yüzüne rağmen, ondan kurtulmak nadiren sorunsuz ilerler. Kopenhag Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Askeri Araştırmalar Merkezi’nin önde gelen araştırmacılarından Maria Mälksoo, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bunun bir örneği olduğunu söylüyor. Yakın zamanda yayınlanan ve Ukrayna savaşının postkolonyal teori perspektifinden akademik bir analizine yönelik ilk girişimlerden biri olan “The Postcolonial Moment in Russia’s War against Ukraine” başlıklı makalesinde Mälksoo, “Bu, ulus devletler dünyasında, Rus liderliğinin Ukrayna’nın siyasi egemenliğini ve Ukraynalıların bağımsız bir ulus olarak var olma hakkını açıkça inkar etmesiyle altı çizilen bir emperyal savaştır. Egemenliğin (Ukrayna) ve emperyalizmin (Rusya) uyumsuz mantıkları bu çatışmada kafa kafaya çarpışmıştır,” diye yazıyor. Ve bu düşüncesini Radio Liberty’ye verdiği bir röportajda geliştirir.
RUSYA YÖNETİMİNİN UKRAYNA’NIN SİYASİ EGEMENLİĞİNİ AÇIKÇA REDDETMESİNİN DE VURGULADIĞI ÜZERE BU BİR EMPERYALİST SAVAŞTIR
– Ukrayna’daki savaşın pek çok farklı boyutu var. Bunu sömürge sonrası bir savaş olarak tanımlamaya odaklanıyorsunuz. Neden?
– Bu savaşın patlak vermesine yol açan diğer faktörleri kesinlikle inkar etmiyorum. Kremlin’in davranışlarını analiz ettiğimizde, Rusya’nın büyük güç statüsüne yönelik bir tehdit duygusu, tarihsel bir rövanşizm ve Ukrayna demokrasisinden duyulan tiksintiyi görüyoruz. Ancak birçok açıdan bu savaştan tam da sömürge sonrası bir savaştan olarak bahsedebiliriz. Ukrayna için bu bir ertelenmiş dekolonizasyon savaşı, nihai özgürlük için bir savaş iken, Rusya tarafında ise Ukrayna’yı yeniden sömürgeleştirme girişimidir. Bu hedefe, bazı durumlarda soykırıma yaklaşan yöntemlerle ulaşmaya çalışmaktadır. İtaatsiz bir “küçük kardeşin” büyük bir kardeş tarafından cezalandırılması mantığıyla hareket edilir. Bu, George Kennan’ın 1946’da “uzun telgraf “ında bahsettiği mantıkla aynıdır. Moskova’da, onun vardığı sonuçlara göre, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri SSCB’nin egemen olduğu anlamda egemenlikten yoksun olarak görülüyordu. Bu yaklaşım günümüz Rusya’sında da devam etmekte ve özellikle Ukrayna için geçerlidir: Ukrayna ya Rusya’ya ya da Batı’ya “ait” olmalıdır. Bu, Ukrayna’nın her türlü öznelliğini reddeden sömürgeci bir yaklaşımdır.
Vladimir Putin’in Rus Çarı olarak tasvir edilmesi
– Evet, “Batılı kuklacılar”, “Zelensky bir kukladır”…
– – Aynen öyle. Ve bu düşünce tarzı, Rusya’nın ne olduğu, imparatorluk dışında bir formatta var olup olamayacağı konusunda kararsız olduğu gerçeğiyle bağlantılıdır. Bu, Rus siyasetine özgü garip bir olguda, yani ilk bakışta bir oksimoron gibi görünen emperyal milliyetçilikte ifadesini bulmaktadır. Bir başka nokta da mevcut durumun uluslararası ilişkiler teorisi ve pratiği bağlamında nasıl algılandığıyla ilgilidir. Batı’da, sömürgecilik mantığını ve sömürgecilik sonrası dönemi eski Sovyetler Birliği bölgesine genişletmek hala çok yaygın değil. (Post)sömürgecilikten esas olarak Batılı ülkelerin eski denizaşırı imparatorluklarıyla ilgili olarak bahsedilmektedir. Bu kısmen, 1960’lar ve 70’lerde kendisini Afrika ve Asya’daki sömürgecilik karşıtı hareketlerin hamisi olarak sunan Sovyetler Birliği ideolojisinin “ölüm sonrası” bir etkisidir.
– Putin’in söylem ve politikalarında emperyalizm ve milliyetçiliğin birleşiminden bahsettiniz. Bir yandan, Ukrayna’ya yönelik eylemleri genişleme ya da sizin deyiminizle yeniden sömürgeleştirme girişimi olarak görülebilir. Öte yandan, Ukrayna’nın “Lenin tarafından icat edildiği” yönündeki tüm bu açıklamalar, Ukraynalıları (ve Belarusluları) bağımsız, Ruslardan farklı halklar olarak tanımayı fiilen reddetmesi… Putin daha çok kim: bir emperyalist mi yoksa bir milliyetçi mi?
BU REJİMİN İDEOLOJİSİ YOK. GEREKLILIK GEREĞİ HER ŞEYDEN BİRAZ ALIR.
– Tarihe ve moderniteye yönelik bu karakteristik seçici yaklaşımı için bir tanım bulmaktan mutluluk duyarım; bu yaklaşımdan sadece politikalarının amaçları için gerekli olanları seçiyor. Ancak böyle bir terim yok gibi görünüyor. Sovyet sonrası dönem boyunca Rusya, kimliğini yeniden canlanan emperyalizminden ayırmayı başaramadı. Sonuçta, yüzyıllar boyunca Rus devletinin inşası tam olarak imparatorluk inşasıydı ve Rusya’nın bir ulus-devlet edinecek zamanı yoktu. Rus ulusunu neyin oluşturduğu sorusu her zaman çok kafa karıştırıcı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Putin yıllardır Çarlık döneminden kalma, Ukraynalıları ve Belarusluları da kapsayan “üçlü” Rus ulusu anlatısını bir ‘açıp’ bir ‘kapatıyor’. Ancak bence Putin ve rejiminin belirli bir ideolojik boşluğa sığdırılmasının zor olmasının nedeni (Rusya’nın faşist olup olmadığına dair son tartışmalar hatırlanabilir) basit: rejimin ideolojisi yok. Zorunluluktan dolayı her şeyden azar azar alır. Dayandığı temel, rejimin kendisini koruma arzusudur.
– Sömürgecilik karmaşık bir konu: Bu olgunun Sovyet döneminin tarihi ve toplumsal pratikleriyle ilişkili olarak pek konuşulmadığından bahsetmiştiniz. Rus İmparatorluğu ve SSCB’yi karakterize eden iç kolonizasyon, bir zamanlar Batı Avrupalı güçler tarafından üstlenilen denizaşırı kolonizasyondan birçok yönden farklıdır. Rusya’da ve kısmen Ukrayna’da, Çarlık ve Sovyetlerin örneğin Orta Asya veya Kafkas ülkeleri ve halklarına yönelik politikalarında sömürgeciliğin özelliklerini kabul etmeye hazır olanların bile, Ukrayna’dan eski bir sömürge olarak bahsedildiğinde şiddetle tartıştıklarını gözlemledim. Ukrayna ve Rusya arasındaki ilişkileri hala kolonyal ve şimdi de post-kolonyal olarak değerlendirmek için ne gibi gerekçeler görüyorsunuz?
– Sömürge yönetiminin bazı temel özellikleri vardır. Bunlar arasında belirli bir bölgenin egemenliğinin olmaması, dışarıdan dayatılan yasal kısıtlamalar, askeri varlık ve şu ya da bu türden ekonomik sömürü yer almaktadır. Sömürge yönetimi farklı şekillerde olabilir. Çarlık veya Sovyet dönemi Ukrayna’sı söz konusu olduğunda, “hanedan” sömürgeciliğinden bahsetmek yerinde olacaktır. Bu, yerel elitlerin temsilcilerinin imparatorluk sistemi içinde kariyer yapabilecekleri, ancak halklarının veya ülkelerinin temsilcileri olarak değil, yalnızca bireysel bir kapasiteyle kariyer yapabilecekleri anlamına gelir. İmparatorluk kültür hiyerarşisinde dilleri, metropolün diline, bu durumda Rusçaya kıyasla “aşağı”, “taşralı”, “köylü” statüsüne sahipti. Bu elitlerin asimilasyonu söz konusuydu.
LENIN BİR KERESİNDE UKRAYNA VE UKRAYNALILARDAN “EZİLEN ULUSLAR” OLARAK BAHSETMİŞTİ
Genel olarak Ukrayna, Sovyetlerin iç sömürgeleştirme sürecinin bir parçasıydı: örneğin Donbas’ın sanayileşmesi için çok sayıda işçi Ukrayna dışından, özellikle de Rusya’dan getirilmişti. Sovyet Ukrayna’sı, Orta Asya’daki sömürge yönetimi ile Sovyet ‘dış’ imparatorluğunun daha yumuşak yönetişim mekanizmaları olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında bir ara vaka olarak tanımlanabilir. İlginçtir ki, Lenin bir zamanlar Ukrayna ve Ukraynalıları klasik anlamda sömürge olarak olmasa da “ezilen uluslar” olarak sınıflandırmıştır. Aslında, Ukrayna’nın Çarlık ve Sovyet dönemlerindeki sömürge statüsü, özellikle ekonomik yönleri olmak üzere, akademisyenler arasında canlı bir tartışma konusudur. Benim uzmanlık alanım olan uluslararası ilişkiler teorisi ve pratiği açısından bakıldığında, bir yanda tahakküm diğer yanda özgürleşme mekanizmalarına sahip Ukrayna ve Rusya örneği, sömürge ilişkilerinin “klasik” örneklerine çok yakın.
Sovyet döneminden kalma Rus-Ukrayna dostluk anıtının yıkılması. Kyiv, 26 Nisan 2022
– Ukrayna savaşının nihai ulusal kurtuluş savaşı olarak post-kolonyal yorumu belirli jeopolitik kurgularla çelişmiyor mu? Örneğin, savaşı sona erdirmek ve Doğu Avrupa’nın güvenliğini sağlamak adına Ukrayna’nın (Belarus, Moldova ve Gürcistan da bazen birlikte anılıyor) Rusya ile Batı toplumu arasında tarafsız bir ‘tampon bölge‘ olması önerisiyle…
– Bu fikirleri çok eleştirel bir gözle değerlendiriyorum. Bir saldırganın komşuluğundaki bir “tampon bölge” işe yaramayacaktır. Bazen insanlar şu soruyu soruyor: Ukrayna neden bir tür tarafsız Avusturya’ya dönüştürülemiyor? Çünkü tarafsız Avusturya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bugünkü haliyle ortaya çıkabilmesi için dünya kamuoyunun Nazi Almanya’sına karşı ciddi bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu arada, İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkarılan ve mevcut savaş için de geçerli olan temel ders şudur: saldırgan yatıştırılmaktan ziyade geri atılmalıdır, çünkü birincisi işe yaramamaktadır. “Tampon bölge” teorisinin savunucularının, teorilerinin uygulanmasının bu bölgenin sakinleri için bedelinin ne olacağını sormadıkları gerçeğinden, kaderlerini seçme hakkından mahrum bırakılarak jeopolitiğin nesneleri rolüne indirgenmelerinden bahsetmiyorum bile.
SALDIRGAN YATIŞTIRILMAKTAN ZİYADE GERİ ATILMALIDIR, ÇÜNKÜ BİRİNCİSİ İŞE YARAMAMAKTADIR
– Savaş ne yazık ki henüz bitmiş değil, ancak Batı dünyasının siyasi görüşünü değiştireceğini şimdiden söyleyebilir miyiz? Özellikle de Ukrayna’nın sadece siyasi değil bilimsel ilginin de daha fazla nesnesi haline gelmesi, tarihinin, kültürünün ve toplumunun Batı’da her zaman daha ayrıntılı ve derinlemesine incelenmiş olan Rus tarihi ve kültürünün gölgesinden çıkması mümkün mü?
– Evet ve bu zaten gerçekleşiyor. Savaş bir dönüm noktası haline geldi. Her ne kadar farklılıklar olsa da: örneğin Avrupa’nın doğusunda, bu savaşın “eli kulağında” olduğu Baltık ülkelerinde, Ukrayna’nın varlığı, Ukrayna’nın etkisi ve Ukrayna’ya olan ilgi, batı başkentlerine göre çok daha güçlü. Ancak her halükarda bu savaşın sonucu, korkunç ve benzersiz bir hayatta kalma deneyimi yaşamış bir ülke olarak Ukrayna’ya olan ilginin artması olacaktır. Ve bu deneyimin ve bir bütün olarak Ukrayna tarihi ve kültürünün kavranması, bugüne kadar sıklıkla olduğu gibi, Rusya’nın Ukrayna’ya bakışının prizmasından dolaylı olarak gerçekleşmiyor. Ukraynalı bir tarihçi ve Londra’daki Ukrayna Enstitüsü’nün direktörü olan Olesya Hromeiçuk, yakın zamanda bu konu hakkında ilginç bir şekilde konuştu. Eminim ki savaş, Ukrayna’nın tarihin bir nesnesi olmaktan ziyade bir öznesi olarak algılanmasında dramatik bir değişim getirecektir.
– Ya Rusya? İran ve hatta Kuzey Kore gibi rejimlere sahip ülkelerde olduğu gibi artan bir ihtiyat ve düşmanlık yönünde sürüklenmeye devam edecek mi? Peki Batı dünyası Putin rejimi ile Rus vatandaşları arasında ayrım yapacak mı?
– Bu, kolektif suçlulukla ilgili çok karmaşık bir konudur, Karl Jaspers bir zamanlar Almanya ile ilgili olarak bu konuda çok şey yazmıştır. Rusya söz konusu olduğunda, Rusların kolektif suçluluğundan değil, kolektif sorumluluğundan bahsederdim. Çünkü bu savaş sırasında bunun sadece Putin’in savaşı olmadığı ortaya çıktı. Kamuoyu yoklamalarının günümüz Rusya’sında olduğu gibi sıkışık koşullar altında yapıldığına dair olası tüm inançsızlıklara rağmen, Rusların savaşı kitlesel olarak reddettiğinden söz edemeyiz. Ve bu, Rus tarafında soykırım unsurlarının bulunduğu bir savaştır. Ve günümüzde, çeşitli bilgi kanallarının mevcut seviyesiyle, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bazı Almanlara Nazi suçları sorulduğunda verdikleri “bilmiyorduk” gibi açıklamalar bugünlerde giderek daha az inandırıcı görünüyor.
Rusların sorumluluğuna ilişkin mevcut tartışmada, örneğin AB vize politikasının sıkılaştırılması söz konusu olduğunda, Avrupa’nın bu şekilde kendi değerlerini terk ettiği ve temel insan haklarını ihlal ettiği yönünde argümanlar duyulabilir. Ancak burada tamamen sembolik bir cezadan bahsediyoruz ve bu da öncelikle turizmi ilgilendiriyor: Bakın, ülkenizin rejimi komşu bir ülkeye karşı kanlı bir savaş başlattı, Rusya’nın kendi içinde bu savaşa karşı görünür bir direniş yok ve siz yine de Avrupa’ya barış içinde seyahat etmek ve orada iyi vakit geçirmek mi istiyorsunuz? Belki Ruslara yönelik bu tür kısıtlamalar en tutarlı ve net politika değildir, ancak bunu ahlaksızlık olarak değerlendiremem. Bu, Ruslara bir mesajdır: her zamanki gibi işler (business as usual) devam edemez.
RUSYA’DA DEĞİŞİM İÇERİDEN GELMELİDİR. ANCAK BUNUN İÇİN KAMU BİLİNCİNDE BÜYÜK BİR DEĞİŞİM GEREKECEKTİR
– AB ülkelerinin, Ukrayna’nın işgali öncesine kıyasla daha az olsa da, Rusya’dan gaz ve petrol almaya devam ettiği bir dönemde bu politika bariz bir şekilde ikiyüzlü görünmüyor mu?
– Elbette bu alımları mümkün olan en kısa sürede durdurmakta fayda var. Buna hiç şüphe yok. Ama ne yazık ki siyaset bu, her zaman sinizmden payını alır. Batı demokrasileri, Putin’inkinin aksine, her zaman bir sonraki seçimi kazanma düşüncesiyle hareket eder. Ve eğer halk kışın evlerini ve apartmanlarını ısıtmak için hiçbir şeye sahip değilse, hükümetler seçimlerde sorun yaşayacaktır. Bu anlamda, ikiyüzlülük, evet. Öte yandan, siyasetin birçok bileşeni vardır, sembolik bir bileşeni vardır ve bu küçümsenmemelidir. Yaptırımlar ve diğer kısıtlamalar yoluyla Ruslara mevcut durumu ve Rusya’nın davranışlarını normal bulmadığımız mesajının verilmesinin Rusya’da ani bir siyasi değişime yol açacağını düşünecek kadar naif değilim. Ancak Rus rejimi, statü ve saygı kavramlarına kafayı takmış durumda. Batı’nın bazı sembolik hamlelerine Kremlin’den gelen son derece gergin tepki de bunu önemsediklerini gösteriyor.
– Putin’in rejim muhalifleri, hem Rusya’yı terk edenler hem de orada kalanlar tarafından sıklıkla öne sürülen bir argüman da var: Sıradan Rus vatandaşlarını hedef alan Batı kısıtlamaları, Putin’in bazı muhaliflerini bile onu desteklemeye teşvik edebilir – rejim haklı çıktı, Batı Rusofobiktir! Böylece Putin sonrası Rusya’nın daha demokratik ve barışçıl bir ülkeye, sözde “geleceğin güzel Rusya’sına” dönüşmesi daha da zorlaşacaktır.
– Böyle bir dönüşüm için bazı önkoşullar olmalı, ancak şu anda bunları göremiyorum. Rusya gibi geniş ve karmaşık bir ülkeden bahsediyorsak, İkinci Dünya Savaşı’nı kaybeden güçlerin başına geldiği gibi, değişimin dışarıdan getirilebileceğini beklemek zordur. Mevcut savaşta bir Ukrayna zaferi hayal edilse bile bu gerçekçi değil; neyin zafer sayılacağı sorusu da var. Başka bir deyişle, Rusya’da değişim içeriden gelmelidir. Ancak bu, toplum üzerinde bu kadar uzun süre yoğun propaganda etkisi yarattıktan sonra, Vaclav Havel’in deyimiyle yıllarca bir yalanı yaşadıktan sonra başarılması çok zor olacak, kamu bilincinde büyük değişiklikler gerektirecektir. Özellikle de Rus siyasi tarihindeki demokratik geleneğin oldukça zayıf olduğu düşünüldüğünde. Şu ana kadar şüphecilik için daha fazla gerekçe görüyorum.
Kırım.Realii için Yaroslav Şımov
Daha fazla içerik için StopFake web sitesini ve Twitter, Instagram sosyal medya hesaplarımızı takip edebilirsiniz.