Kaynak: uasouth.media
Türkiye’ye çalışmaya ilk geldiğimde sene 2014’tü. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı yeni başlamıştı ve Kırım’ın işgali herkesin dilindeydi. O zaman içime en çok dokunan ve beni (haklı olarak) zor duruma sokan birçok Türk arkadaşımın banasorduğu bir soru vardı: “Siz nasıl bir milletsiniz? Memleketinizin toprakları elinizden gidiyor, siz de tek kurşun sıkmadan kolay kolay Kırım’ı Ruslara veriyorsunuz?”
Aslında bunun da kendi sebepleri vardı. Dönemin Rus yanlısı olan Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviçyıllarında ülkenin en üst siyasi ve askeri yönetiminde Rusya’yı destekleyen veya hatta Rus pasaportu hamili olan insanların bulunması, Ukrayna ordusunun savaşa ne maddi-teknik, ne de stratejik ve taktik açısından hazır olması, silahlı kuvvetlerinde daha çok Sovyetler Birliğinden kalma askeri teçhizat kullanıldığı için vurucu gücü ve harekat kapasitesinin çok düşük olması, nihayet Ukrayna toplumunda Ruslara karşı hala ‘bize silah doğrultmazlar’ gibi naif beklentilerin olması bu pasif duruşu açıklayan sebeplerden bazıları…
Fakat çok detaylara girmeden durumun üzücü sonucuyla karşı karşıya kalan izleyicilerin algıladıkları, genelde Ukrayna yönetiminin kararsızlığı, askerlerinin korkaklığı, ‘genç ve oturmamış’ devlet sisteminin zafiyetleriymiş. Karşı tarafta da kendi milli çıkarlarını korumayı bilen, her ne kadar haksız da olsa güçlü, azimli ve duruşuyla saygı uyandıran ‘Büyük Rusya’ vardı.
Sene 2022. Yine Türkiye’deyim ve yine Rusya,emperyalist rüyalarını gerçekleştirmek üzere Ukrayna’ya saldırdı. Ancak bu sefer istediğini bu kadar kolay alamadı.
Savaşın ilk günlerinde sık sık duyduğum ‘Rusya Ukrayna’yı aldıktan sonra ne yapacaksınız’ sorusu yerine birkaç hafta sonra ‘Rusya daha tüm askeri gücünü kullanamamış, sizi Suriye’yi kadar bombalamamış’ tezi gelmiş; gün geçtikçe ve Ukrayna sivilleri Rusların yaygı bombardımanları altındasığınaklarda yaşamaya alıştıkça ‘Niye Ukrayna yönetimi kendi insanlarına bu kadar eziyet veriyor da Rusya ile uzlaşma yoluna gitmiyor’ argümanı ağırlıkkazanmıştır.
Bu soru bana ilk sorulduğunda cevapsız ve şaşkın kalakaldım. Ta ki 2014 yılında bana ‘neden savaşmadan topraklarınızı verdiniz’ diye soranarkadaşlarım şimdi de ‘neden savaşarak topraklarınızı can pahasına savunmaya çalışıyorsunuz’ diye ciddi ciddi sorguluyorlardı. Bu tutarsızlığa karşı ilk önce doğru söz bulamadım.Sonra da gerek arkadaşlarımdan gerekse de eksper ve akademisyenlerden aynı yorumları dinleye dinleyebu soruları birkaç başlık altında toplayıp bir defa hepsine tek tek cevap vermeye karar verdim. Hele hele ki şu an Ukrayna ile Rusya arasındaki barış görüşmelerinde Türkiye’nin rolü ön plana çıkıyor.
Görüşlerimi paylaşmadan bir daha şunu vurgulamam lazım. Bu haksız savaşın bir an önce bitmesini, kalıcı ateşkesin ilan edilmesini, hatta sürdürülebilir bir barış anlaşmasının imzalanmasını Ukrayna kadar isteyen bir ülke yok. Çünkü bu savaşı başlatmadığımız halde en ağır bedelini ödeyen taraf biziz. Ekonomik zararlar bir yana, (Rusya’dan farklı olarak) her insanın hayatının kıymetini biliriz. Bu yüzden de milletimizin tüm can kayıplarından ve fedakarlıklarından sonra her Ukraynalının bu haksız savaşın haklı bir barışla bitmesini hakkettiğini düşünüyorum. Bundan sonraki dönemlerde Ukrayna’da ya da başka yerlerde buna benzer savaşların çıkacağını imkânsız kılan bir barışla…
İşte her gün karşılaştığım en yaygın iddialara cevaplarım…
1. ‘Ukrayna’nın ordusu zayıf, Ukrayna bu savaşı kazanamaz’…
Sahadaki belirli başarılara rağmen Ukrayna ordusu yine de Rus ordusunun yanında çok zayıf kalıyor ve uzun vadede bu savaşta zafer kazanma şansı yok. Uzun zaman süregelen çatışmaların ve gereksiz direncin bedeli daha onlarca yıkılmış şehir, yüzlerce asker, belki de binlerce sivil olacak. NATO ülkeleri tarafından sağlanan silah sevkiyatları ve maddi-teknik yardımı savaşı uzatarak bu ihtilafın diplomatik çözümünü uzaklaştırıyor. Bu durumda neden Ukrayna hükümeti daha çok insanın ölümlerinin önünü kesmek için silahları bırakıp Putin ile anlaşmaya razı gelmiyor?
Burada iki hususa değinmek önemlidir.
Birincisi, Ukrayna silahlı kuvvetleri şu an dünyanın en güçlü silahlı kuvvetleri arasındadır. Sayısı olarak değil, profesyonel seviyesi ve çatışma deneyimleri açısından birçok NATO ülkesinin önüne geçmiştir. Daha da önemlisi, Rusya ile (üçüncü ülkelerdeki sınırlı operasyonlarda değil) kendi topraklarında geniş kapsamlı savaşta edinen çatışma deneyime sahip dünyanın tek ordusudur. Sekiz yıl önce Ukrayna’nın doğusunda başlayan ve aradan hiç durmadan devam eden sıcak çatışmalarda ve Rusya’nın ‘hibrid’ savaşında kullandığı taktik ve metotlarını öğrenmiş yegâne bir ordudur.
Geçtiğimiz iki ay içerisinde dünyanın ikinci en büyük ordusu ile gurur duyan (ve birçok komşu ülkesini bu ordunun korkusuyla dış politika karar alma süreçlerinde felç eden) ‘Büyük Rusya’, bırakın ‘3 günde ele geçireceğini’ anons ettiği Kyiv’i almayı, sekiz yıldır kısmi işgal altında bulunan Donetsk ve Luhansk illerinin idari sınırlarına bile çıkamamıştır. 2014 yılına göre Ukraynalı askerlerin eğitim seviyesi, moral motivasyonu, askeri teçhizat ve lojistik desteği defalarca artmış, silah kullanımında gösterdikleri mucizevi yaratıcılığı ve hedef vurmaetkinlik oranı dünyanın önde gelen askeri uzmanlarını dahi şaşkına çevirmiştir.
Belli ki, iki savaş arasındaki yıllar içerisinde Ukrayna’nın gelişiminde gözle görülen değişiklikler olmuş, silahlı kuvvetlerinde (komutanlığı ve sivil kontrol sistemi dahil olmak üzere) NATO standartlarına geçiş süreci büyük ölçüde tamamlanmış, Ukrayna’nın partner ülkeleriyle savunma sanayi alanında geliştirilmiş olduğuişbirlikleri ve aldığı silah yardımı askeri gücünü birkaç katına artırmıştır.
Tam tersine Rusya, Sovyetler Birliğinden miras kalan komuta kontrol sistemleri, muharebe taktikleri ve her türlü yolsuzluklarla ordusunu içinden yıpratan ve kansız bırakan askeri yönetimiyle XXI. yüzyıldaki savaşı 2. Dünya savaşının metotlarıyla ve tamamen demoralize olan personeliyle kazanmaya çalışıyor.
İkincisi olarak, Ukrayna’da şu ana kadar görmüş olduğumuz Rus askerlerinin savaş suçları, insanlık dışı tecavüz ve işkence vakaları, yasak olan her türlü silah ve mühimmatın kullanımı, işgal altındaki topraklardan 1 milyondan fazla Ukrayna sivillerinin Rusya’nın en kuytu yerlerine zorla sürgüne gönderilmesi, hatta Nazi Almanya’sından özenerek toplama kamplarının düzenlenmesi sahadaki olayların ‘Ukraynalılara karşı soykırım’ olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Bu şartlarda Kyiv’in‘silah bırakması’ ve Rusya’nın taleplerine uyması Ukraynalı sivillerin hayatlarını kurtarmadığı gibi tam tersine yüz binlerce yeni masum kurbanlara ve yeni ızdıraplara maruz bırakacaktır.
2. ‘Ukrayna barış istemiyor ya da barışı yaklaştırmak için yeterince çaba göstermiyor.Ukrayna, savaşın
Bu iddialar, her şeyden önce gerçeği yansıtmayan, Rus propagandasının ana hatlarını tekrarlayan gerekçesiz iddialardır. 2014’ten beri bu yana ortaya çıkan tüm diplomatik formatlarda (NormandiyaDörtlüsü, Üçlü Temas Grubu vb.), farklı ülkelerin ve uluslararası örgütlerin aracılığıyla ya da direkt olarak düzenlenmesi planlanan görüşmelerin çıkmaza uğradıklarının tek ve asıl sebebi, Rusya tarafının müzakerelere katılmaktan vazgeçmesi ya da yapıcı yaklaşımı göstermemesidir. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy Putin’e onlarca defa baş başa görüşme çağrısında bulunmuş, tüm çağrılara rağmen Rusya lideri ikili görüşmeyi ısrarla reddetmiş ya da bu teklifleri cevapsız bırakmıştır. Bu günlerde de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderlik gösterdiği barış sürecine duyarsız kalan, Ukrayna değil Rusya’dır. Ukrayna yönetimi, tüm Rus provokasyonlarına ve mutabakatların ihlallerine rağmen sekiz yıl içinde güce başvurmadan diplomatik ve barışçıl yollarla ihtilafın çözümüne çaba sarf ederek uluslararası hukuka bağımlılığını göstermiştir. Fakat yeni işgal girişimine karşı kendi topraklarını ve kendi vatandaşlarını savunmak, herhangi egemen devletin hakkı değil vazifesidir.
3. ‘En haksız barış en haklı savaştan iyidir’.
Madem hiçbir savaş tek tarafın tam zaferiyle bitmez, her iki taraf taviz vermelidir. Bir an önce insanların ölümlerine son vermek adına Ukrayna da esneklik göstermeli, Rusya’nın haklı/haksız çıkarlarını göz önünde bulundurarak bazı prensipli ‘kırmızı hatlarından’ vazgeçmelidir.
Bu tezi savunan ‘barışçıların’ barışseverliği bazen ta ki Ukrayna’nın barış uğruna bazı topraklarından vazgeçmesi gerektiği kanaatlerine kadar gidebilir. Genelde ‘Ukrayna artık doğu bölgelerinden taviz versin, nasılsa sekiz yıldır barışı tesis edememişse bundan sonra çok zor’ sözlerine basit bir örnekle cevap veririm: ‘Türkiye, doğu illerinde barış tesis edilene kadar sekiz yıllık değil elli yıllık, belki de daha fazla süren haklı mücadelesini vermiş, bu mücadelede de on binlerce kişi şehit olmasına rağmen yine de topraklarından bir karış dahi vermeye razı gelmemiştir’. Çünkü karşınızda terör örgütü de olsa, terör devleti de olsa taviz her şeyden verilir,uluslararası hukukun temel ilkesi olan toprak bütünlüğünden verilmez. Bir sefer verilse de bunun sonu olmaz, bu ilke de bir daha yerine getirilemez.
Bir haksız savaşı haksız barış
4. ‘Savaş hiç kimsenin çıkarlarına uymaz’; ‘Rusya ile rekabet ve savaş, dünyaya huzur getirmez’; ‘Şu ana kadar yapılan saldırgan hamlelerine rağmen Rusya ile ilişkilerde bir an önce normalleşme yoluna gidilmeli’…
Aslında burada ilk cümleye kalbimden katılıyorum. Savaş gerçekten hiç kimsenin çıkarlarına uymaz. İşte bu sebepten dolayı saldırgan taraf için savaşın bedeli bir daha kaldırmayacak kadar yüksek olmalı. 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’da, 2014’te Kırım ve Donbas’ta, 2015’te Suriye’de bu bedel ödenmiş olsaydı, artan saldırganlığına rağmen Rusya ile ‘normalleşme’ yoluna gidilmeseydi bugünlerde bu duruma düşmezdik. Ukrayna’dan sonra işgal sırası Moldova’ya mı gelse Polonya’ya mı düşse sorgulayıp düşünmezdik. Nükleer savaşından korunma çözümlerini de google’den aramazdık.
Ne yazık ki dünya 2014’te derslerini öğrenememiş, ta 2022’ye kadar defalarca sınıfta kalmıştır.
Halbuki, bu ders tek cümleyle ifade edilecek kadar basitti.
Ukrayna’da yaşananlar Ukrayna’da kalmaz.
İşgal girişimi, egemen devletin toprak bütünlüğünden taviz verilmesiyle sonuçlanırsa daha çok işgal tetikler.
Savaş suçları ve insanlığa karşı suçların failleri bu sefer sorumluluğa getirilmezse bundan sonraki ihtilaflarda daha çok şiddet ve tecavüzü meşrulaştırır.
Saldırgan devletle saldırganlığının kurbanı olan devlet arasında ‘iyi niyetle’ denge tesis edilmeye çalışılırsa (ahlaki değerleri kenara bırakalım) küresel güvenlik ve hukuki sisteminin dengesi bozulur.
Barış şartları da savaşı başlatan tarafı cezalandırmak yerine cesaretlendirirse yeni haksız savaşların temellerini şimdiden atmış olur.
Benjamin Franklin’in ünlü bir sözü vardı ki bu günlerde çok tekrarlanıyor.
‘Savaşın iyisi, barışın kötüsü olmaz’ diye.
Aslında öyle değil. Barışın kötüsü olur.
Dünya tarihi de bize hep bunu öğretir.
Savaşın iyisi olmadığına inanıyorsanız
Yevgeniya Gaber